Bu gece, kendimiz kadar, en yakınlarımızdan başlamak üzere aklımıza gelen herkes için de dua edelim inşallah.. Rabbimizin bizi affına ve ebedi kurtuluşumuza vesile oluruz belki inşaallah.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. Azrail'in kasti canadır inan, Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Seherde uyanırlar cümle kuşlar, Dilli dillerince tespihe baslar.. Tevhit eyler dağlar,taslar,ağaçlar.. Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Semavatin kapularin açarlar, Müminlere rahmet suyun saçarlar, Seherde kalkana hülle biçerler, Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Bu dünya fanidir sakin aldanma, Mağrur olup taç-u tahta dayanma, Yedi iklim benim deye güvenme, Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
"Kahrında hoş, lütfunda hoş." dercesine, sahip ol(a)madıklarının değil de sahip olduğun herşeyin kıymetini bilircesine, Allah'a şükrün bir ifadesi olarak her şeye rağmen mutlu olabilmek.. ;)
Onlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz.” derler. İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir. Fakat anlamazlar. ( Bakara, 11-12 )
ALLAH'IM, hem içeride milletimize saldıranları, hemde dışarıda dinimize ve din kardeşlerimize saldıranları KAHHAR sıfatınla kahr-ı perişan eyle. Bizleri de bu rezillere ve bu zalimlere karşı uyanık ve birlik içinde dosdorğu hareket edenlerden eyle.. AMİN..
Cami imamı Abdullah hoca, bir iş için resmi dairelerden birine gider. Kendisinden TC kimlik numarası istenince, en yakın internet- cafenin yolunu tutmak zorunda kalır.
Cafenin kapısından girerken levhada yazılı isim 'fesubhânallah'lar, estagfirullah'lar çektirir hoca efendiye, hem de peşpeşe: CEN.NET CAFE
Cafe işleten delikanlıya:
- Evlâdım T.C. kimlik numarası istediler benden, yardımcı olabilir misin?
- Tabi amcacım, siz şuraya oturun, şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim.
Abdullah hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulundugu mekânı inceleme fırsatı da geçer eline. Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri, internet-cafe denilen yer burasıdır. Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak, huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur. Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına. Küçücük bir peynire tutsak olan fareler nasıl kapandan çıkamıyorlarsa, ayrı telden, ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de buradan çıkamadıklarını düşünür. Bir 'fesubhanallah' Bir 'fesubhânallah' daha çeker ve:
- Ähir zaman fitneleri işte canım, der kendi kendine.
Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince, kendisine ikram edilmesinden memnun olur. En azından bu da bir hürmet ifadesidir. 'Aferin' derken içinden, hayıflanır, istemeden:
- Yazık oluyor bu gençlere, hayatlarını heder ediyorlar.
Boşa hayıflanmanın, vah vah demenin, bir faydası olmayacağını bildiği için, delikanlıyla hasbihal etmeye karar verir:
- Delikanlı sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün?
- Buyurun amca, ne soracaktınız?
- Sen Allah'ı bilir misin?
Birbirine girmiş, hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları, her baktığında bir 'fesubhanallah' daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap, hoca efendiyi pek şaşırtır.
- Kul, kendisini yoktan var edip hayat bahşeden, düşünecek akıl, görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca?
Hayretle sormaktan alamaz kendisini:
- Biliyor musun? Peki neyle biliyorsun Allah'ı, bana bir anlatır mısın?
Delikanlı eliyle cafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir:
- Bu bilgisayar ile biliyorum amca.
- Bunlarla mı? Pek anlayamadım.
- Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir. Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca, böyle bir makine, ancak bir mühendis ve üstün bir teknoloji ile var olabilir. Ateistin en önde gidenine sorsan, bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını, mutlaka birisi tarafindan yapılmış olduğunu söyler sana. Meselâ Darwin kalkıp dirilse, şu laptopu göstersen, desen ki: 'Bu alet, şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş hâlidir.' Darwin bile 'çüş lan deve' der.
Abdullah Hoca delikanlının anlattıklarından hoşlanmıştır. Keyiflenir:
- Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam, onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıveriyor değil mi evlâdım?
- Bak amca, burada 20 tane bilgisayar var, bunlar bir sistemle birbirine bağlı, hepsi bir program tarafından idare ediliyor. Bu sistemi ben kurdum, burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur; yani bir anlamda da farz-ı muhal, haşa, buranın Rabbi benim. Bazen oyun oynayıp, interneti kullanıp para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor. Hemen yakalıyorum onları. 'Gel bakalım! Nereye gidiyorsunuz böyle? Buranın nimetlerinden faydalanıp başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz? 'Paramız yok abi! ' derlerse; 'Yok öyle yağma! ' deyip cezalandırıyorum. İnternet kafeyi temizletiyorum: paspas yapıyorlar, camları silip tuvaleti temizlettiriyorum. Bir saat oyunun, internetin bedeli olur, bunun hesabı sorulur da, sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana? Bir kafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken, koca kâinatı kusursuz işleyen bu sisteminin bir kurucusu olmaz mı? Olmaz diyenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi?
- Vallahi evlâdım pek takdir ettim seni. Peki Allah'ı nasıl bilirsin, neye benzetirsin?
- Ben Allah'ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim amca.
- Bunun böyle olacağını nasıl bildin evlâdım?
Delikanlı eliyle bilgisayarları işaret etti:
- Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır. Birbirlerine benzemezler. Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan program ise bambaşka. Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır, fakat benim bilmem yine başkadır. Kamerası vardır, ses düzeni vardır ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır.
Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti. Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, gayet mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu. Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını çoktan almıştı; ama muhabbete devam etmek istedi.
- Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun?
- Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca, fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda kendimi yeterli görmüyorum.
- Ne bildiğini söylersen, neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evlâdım.
- Neler yapmam gerektiğine dair şuradan biliyorum amca: Öncelikle, Rabbim bana bir gönül vermiş. Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş. Ben de gönlümde sadece O'na ve sevdiklerine yer vermeliyim, O'nun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım. İkinci olarak bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım. Her zaman O'nu söylemeli, O'nu anlatmalıyım. Son olarak bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu O'nun yolunda eskitmeliyim. Benim bildiğim bundan ibaret.
- Ee evlâdım daha ne yapacaksın, başka bir şey kalmadı ki!
Gidilecek yolu bilmek ayrı, usulüyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey. Yine bilgisayar tabirleriyle söylemek gerekirse, Şeytan denilen melun HACKER, benim sistemimde ki NEFS virüsünü aktif hale getiriyor. Üstesinden gelebilene aşk olsun. Etkili bir anti-virus programı bulmam lazım belki de..
- Ben biliyorum, dedi Abdullah Hoca ve ekledi: "NAMAZ"
- Eveeet amca, "NAMAZ" anti-virus programlarından birisidir. Hayat sistemine kurup, günde beş kere de bağlanırız. Böylece sürekli güncellenir.
Selam ve Dua ile sevgili gönül dostları.. Allah'a (c.c.) emanetsiniz..
Vakit akşam, gün ölmek üzere Güneş ışıklarını topluyor, kızılca kıyameti kopuyor dünyanın Kara kefenini giyiniyor gün Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi gidiyor Hatırla ki, senin de akşamın olucak bir gün Ömrünün ışıkları solacak, hayatının perdesi çekilecek Senin de kıyametin kopacak, dudaklarında donacak gülüşün güneşi Zaman uçurumun olacak, gelen günün güneşi, sana doğmayacak Unutulacaksın, ve hatta unutulduğun bile unutulacak..
İsmin anılmayacak orda burada, Kimse yolunu gözlemeyecek Kimse evde beklemeyecek Şimdi akşam, gün akşamladır unutma Ölmeden önce bil öleceğini ki, yaşadığını fark edesin, yaşatıldığını..
Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki Sende, şimdi, herkesten her şeyden uzaklaşıp, Rabbine yanaşasın Seni, sen yokkende bilen Rabbin seni, sen öldükten sonra da bilicek elbet Herkesin unuttuğu yerde seni bir O, hatırlayacak Herkesin unuttuğu yerde seni, bir O, anacak Hatırını yalnız O, bilecek Sende O’nu an şimdi, Sende O’nun hatırına var secdeye
Ve akşam, ikindinin sapladığı hançer, akşamın ufkunda nasıl da belli oluyor Ufuklar kızardı, hüsranımızın kanı dışarı sızdı akşam, Gül akşamdı, güller solmak üzere açıldı İnsan doğar ve ölür, Ötelere çevirir yüzümüzü akşam Yıldızlar dünyadan sonrasını muştular gibi başlarını uzatır Işıklar kayıplarımızın gittiği yeri, sevdiklerimizin gittiği yeri işaretler Anlarız ki dünya, dünya dan ibaret değil Anlarız ki kalıcağımız yer burası değil Anlarız ki bulduğumuzu yitirmeden yitiklerimizi bulmak mümkün değil
Tahiyyata otur şimdi, ve gözlerini ellerine kilitle Diri olan her şeyin selamını söylerken dirileri diriltene, ölüleri diriltene Ellerinin, ne kadar da küçük kaldığını hatırla hırsların karşısında Sahiplendiklerinin hepsi avuçlarının içinde Ama avucun boş olucak bir gün, avucun boşalacak bir günün akşamında
Şimdi, renkleri çekilmişken eşyanın, cezbesi sönmüşken dünyanın Ömrünü yeniden hesap et, bir takiyye miktarı ömür, ölümün arefesindedir elbet Bitmiş say ömrünü bitmiş, Ve son nefesinin gelip, iki dudağının arasından çıkmak üzere olduğunu düşün İki nefeslik bi şey ömür dediğin aslında Aldığın nefes Hay olanın ikramıdır, diriltenin ikramı.. Nefes göğsüne sokuldukça, hayattan nasibini alırsın, Hayy’ın hayat vadine kanarsın, Hayatın içinde devam istersin verdiğin nefesle, yalvarırsın yakarırsın, Yeni bir nefese muhtaç olduğunu söylersin Hayy’dan gelir nefesin ve Hu’ya gider Sanki aldığın her nefesle, yalnız Sana, yalnız Sana kulluk ederim demen istenir Verdiğin nefesin ise, yalnız Senden, yalnız Senden yardım dilerim sözünün ruhu olması beklenir
Ömrünün bittiği an’ı uzakta sanma Şimdi, şu an, geride bıraktığın ve senin adını verdikleri ölülerin başında duruyor gövden Geride bıraktığın günlerde, bitirdiğin mevsimlerde, veda ettiğin yıllarda, terk ettiğin anlarda, Yaşayıp, artık hatırası kalmış sen! ler vardır Hepsi öldüler, yalnız sen varsın diye hatırlanıyor onlar Sen, şimdi, onları hatırlatan bir mezar taşı gibi dikiliyorsun gövdenle Aslında, dudaklarının arasına kazınıyor doğum ve ölüm tarihleri Doğumun aldığın ilk nefes, ölümün verdiğin son nefes.. Yani ki, iki dudağının arasında saklı ömrün, şimdi aldın ve şimdi verdin Şimdi verdiğin son nefestir, Uyan..Yan.. An...